8 Nisan 2012 Pazar

Siyah beyaz


Kocaman tokaların takıldığı, kabarık saçlı kadınların minnacık etekler giydiği o lokum tadında filmleri ilk o görmekten her zaman ayrı bir haz duyardı. Biletler kesilir sonrada içeride elinde fenerlerle biletleri kontrol edilirdi. Mendiller satılırdı…Özgür biletleri kontrol etmekteydi, içerideki güzel kızları seyreder yakınlaşmaya çalışır ama o dönemlerde bir kız annesi ya da bir yakını olmadan pek sinemaya gelemezdi. Esmer kara kuru, 17 yaşında olmasına rağmen sigaradan koyulaşmış dişleriyle hep gülümserdi bu güzel kızlara ama daha hiç sevgilisi olmamıştı. Bu küçük il’in kendisini hep kısıtladığını hisseder denizi olan, filmlerdeki kadınların yaşadığı şehirlere gitmek isterdi. 6 aydır da bunun için sadece sigaraya para veriyor, neredeyse aç geziyordu. Yol parası, bir kaç hafta büyük şehirde yaşayabilmek için parası olsa yeterdi ona. Orada bir iş ayarlar bekli de bir sevgilisi de olurdu. Hayallerini hep sinemanın makinistine anlatırdı; Makinist Ömer abi 60 yaş civarında hiç evlenmemiş, alkolik bir hippiydi. Hep Özgüre nasihatlar verir, makinistliği öğretmeye çalışırdı ama özgürün kanı kaynamaktaydı kızlar, mini etekler, deniz… hayalleri vardı. Göçebe yaşayan bir ailenin en büyük oğluydu, bu küçük il de yerleşik düzene geçmişlerdi ama bu şehri sevmiyordu. Bir gece babasıyla yaptığı para kavgasında babası elindeki bütün paralayı alıp Özgürü dayaktan öldürmüştü. Sokak kapısının önünde uyandı sabah üşümüş, açtı ama ondan daha çok 6 aydır dişinden tırnağından arttırıp biriktirdiği parası gitmişti… Ellerini kafasına koyup çaresizce oturdu birkaç saat sümbül ağacının dibinde, Düşündü… Şimdi kalkacak işe gidecek bu olayın üstüne bir 6 ay daha geçecek para tamamlanmaya yakın gene babası elinden parayı alıp bir de üstüne sopa atacaktı, annesi de kısa boyuyla hacı yatmazlar gibi sallanıp “hımmm Özgür insan ailesinden para saklar mı? “ diyip parmağını sallayacaktı. Bu filmin 40 yaşına geldiğinde de bitmek bilmeyen o brezilya dizilerine benzeyeceği fikri onu çıldırtmıştı. Ayağa kalkıp içeri girdi yüzünü yıkadı ve birkaç parça elbise alıp garaja gitti… Cebinde hiç parası yoktu ama heyecanı vardı… Önünde kocaman İstanbul yazan otobüs yerine park etmiş yolcularını beklemekteydi… Hemen kaptanın yanına yaklaştı yaşlı gözlerle, Kaptana annesinin İstanbul da yaşadığını hastalandığını babasının İstanbul’a gitmesine izin vermediği gibi demogojik bir hikaye anlattı hıçkırıklar içinde. Kaptan sordu
-İstanbul’un hangi semtinde annen ?
- Hani turistlerin çok olduğu camilerin olduğu semt var ya orada annem… (bu semti hep filmlerde görüyordu cilalı ibo, Öztürk Serengil hep oradaki meydanlarda yabancı güzel kadınlara asılırlardı
- Sultanahmet mi?
- Evet orası, oraya gidicem.
- Meydanda seni bıraksam kendin bulabilir misin anneni?
- Evet abi bulurum, çok teşekkürler büyüksün kaptan abi…
Yaş 17, ortaokul 2 terk, 10 yaşından beri içilen sigaradan koyulaşmış dişler, sıska bir vücut ama kalbindeki heyecan ondan çok çok daha büyük… Kimseye hesap vermediği parasının elinden zorla alınmadığı güzel bir kadının şefkatli gözleriyle buluştuğu hayalleriyle taşı toprağı altın İstanbul’a gidiyordu artık… Artık her şey düzeliyordu. Sultanahmet meydanda indiğinde kaptan abisi cebine birkaç kuruş da sıkıştırmıştı. İnce detaylarına kadar dışarıdan camileri kahveleri çimenleri her yeri karış karış gezdi ezberledi. Aslında neşeliyken hayatı kötü değilken çok fırlama, esprili ve çalışkan bir çocuktu. O geceyi park da bir bankın üstünde huzurlu bir şekilde uyuyarak geçirdi. Sabah kendine bir simit alıp kahvelerin restaurantların olduğu kısımlara doğru ilerledi her yerde komi aranıyordu. Sakallı adamlarla dolu olan bir kahveye girdi, Hemen alındı işe yatacak ufak bir yerde verdiler sabahları çorba akşamları da yandaki lokantada kalan yemeklerden veriyorlardı keyfine diyecek yoktu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder